1. Yürümek, sağlık için iyi olsaydı, postacılar ölümsüz olurdu.
2. Balina; tüm gün yüzer, sadece deniz ürünleri yer, bol su içer ve şişmanlar.
3. Bir tavşan bütün gün hoplasa da, zıplasa da sadece 15 yıl yaşar.
4. Bir kaplumbağa ise; hiç çalışmadan, hiçbir şey yapmadan 450 yıl yaşar. :))
Sevgili dedi ki, düşüne gireceğim senin. Öyle sevindim ki yıllardır gözüme uyku girmedi.
15 Eylül 2011 Perşembe
Dayan Kalbim
Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.
Sensin gökten gelen oklara hedef
;Oyası ateşle işlenen gergef
.Çekme üç beş günlük dünyaya esef!
Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
Necip Fazıl Kısakürek
Köy de bir gün karşıma huysuz şirin çıkınca! o.O
Geçen gün köye gitmiştik.Köy evlerini bilirsiniz çok kalabalık olur.Ama size özel sessiz sakin bir yer bulabilirsiniz.Ben de öyle bir yerde uyuklamaya çalışırken birden üstüme bir şey atıldı.Kalkıp baktığımda ne göreyim huysuz şirinin oyuncak versiyonu çatmış kaşlarını bakıyor. ^.- Bende kaşlarımı çatıp etrafa bakarken tişörtümdeki şirine hareketlenmeye başladı.O zaman fark ettim ki pencereden güzel dağ havasıyla birlikte rüzgar odayı dolaşıyor ve pencerenin ordan bizim ufaklık sırıtıyor.Canı sıkılmış küçük çocuğun huysuz şirinle bombalama oynuyormuş iyi güzelde bombalanan benim güzel sırtımdı:'(
Bir daha "huysuz şirini" üstüme atma deyince :
-Hayır,hayır,o huysuz şirin değil o tembel şirin O.O dedi gözlerini kocaman açarak .
Bende bir şirinin çatık kaşlarına bakıyorum bir de çocukluğumun hatıralarındaki tembel şiriniarıyorum.Bir oraya bir buraya bakıyorum:
-Yok yok bu kesin huysuz şirin baksana kaşlarına ... dememle aramızda hani Hani Kemal Sunal'ın bir filminde hıdır idir yunus idir hıdır idir yunus idir hıdır idir yunus idir konuşması var ya aynen biz de öyle :
-husuz
-tembel
-huysuz!
-tembel!
-huySUZ!
-TEMBEL!!!
tartışmasının ardından bir yere varamayınca çocukla çocuk olmayı bırakıp peki burda adı "tembel şirin olsun" dedim ve bombalanmaktan kurtuldum[konuşma sırasında şirini üstüme atıp atıp durdu neymiş efendim şirin bombalama oyunu oynuyormuş...Bendeki de ilginç tesdüf üstümde şirineli bir tişört vardı :D]
20 Ağustos 2011 Cumartesi
Anne Hathaway's Lil' Wayne Style Paparazzi Rap - Conan on TBS
Gülmekten karnıma ağrılar girdi nasıl oluyorda böyle birinden böyle bir ses çıkabiliyor?! :D
8 Ağustos 2011 Pazartesi
Böyle bir merdivenlerimiz olsa her yere metro ile giderdim :D
Günlük hayatımızda her şey bizler için o kadar sıradan ki !En ufak bir değişiklik-aptalca da olsa- bizi mutlu etmeye yetiyor.
Farklı şeyler yapmak ! :)
31 Temmuz 2011 Pazar
Hayatımda izlediğim en güzel aşk dizisi bir aşk bu kadar güzel olabilir mi?!
Bir Aşkı bir patatesle nasıl anlatırsınız?
Bir patates aşkı anlatabilir mi?
Dizide patatesi o kadar güzel kullanıyorlar ki evde patates çiçeği yetiştirmek istiyor canım.Dizi dışarıdan harika gözüken çok ama çok ünlü bir aktör olan Dok Go Jin'nin ,eskiden çok ünlü olan herkes tarafından sevilen ama bazı olaylar yüzünden gözden düşmüş halk arasında lanetlenen şarkıcı Ku Ae Jung 'a aşık olmasıyla (kendinden başkasını düşünmeyen birinin ilk aşkı) gelişen olayları hem komedi olarak hem de duygusal olarak izleyenlere çok güzel bir biçimde sıkmadan aktarılıyor.Dizi sıradan bir aşk dizilerine benzemiyor.Dizi o kadar akıcı ki yeni bölümleri çıkar çıkmaz izledim.Kaç kere geriye sarıp izlediğimi,ne kadar kahkaha attığımı ve ne kadar böyle bir aşka özendiğimi hatırlamıyorum bile...
Dizideki patates çiçeği :)
Patates çiçeği tarlası :)
The Greatest Love / 애정의 발견 (2011)
Yönetmen: Park Hong Kyun, Lee Dong Yoon
Yazar: Hong Mi-Eun Jeong-Hong, Ran
Yapımcı: Kim Jin Man
Kanal: MBC
Bölüm: 16
Yayın Tarihi: Haziran 2011
Yayın Günü: Çar. & Perş. 21:55
Dil: Korece
Ülke: Güney Kore
Oyuncular
Cha Seung-Won - Dok Ko-Jin
Kong Hyo-Jin- Kong Hyo-Jin - Ku Ae-Jung
Yoo In-Na - Kang Se-Ri
Yoon Kye-Sang - Yoon Pil-Joo
Jeong Jun-Ha - Ku Ae-Hwan
Lee Hee-Jin
Choi Hwa-Jung
Bae Seul-Gi
Han Jin-Hee
Park Won-Suk
Yun Ki-Won
Im Ji-Kyu
Ryu Hyo-Young
5dolls
Yönetmen: Park Hong Kyun, Lee Dong Yoon
Yazar: Hong Mi-Eun Jeong-Hong, Ran
Yapımcı: Kim Jin Man
Kanal: MBC
Bölüm: 16
Yayın Tarihi: Haziran 2011
Yayın Günü: Çar. & Perş. 21:55
Dil: Korece
Ülke: Güney Kore
Oyuncular
Cha Seung-Won - Dok Ko-Jin
Kong Hyo-Jin- Kong Hyo-Jin - Ku Ae-Jung
Yoo In-Na - Kang Se-Ri
Yoon Kye-Sang - Yoon Pil-Joo
Jeong Jun-Ha - Ku Ae-Hwan
Lee Hee-Jin
Choi Hwa-Jung
Bae Seul-Gi
Han Jin-Hee
Park Won-Suk
Yun Ki-Won
Im Ji-Kyu
Ryu Hyo-Young
5dolls
28 Temmuz 2011 Perşembe
26 Temmuz 2011 Salı
ANLAR
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım....
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…
İkincisinde, daha çok hata yapardım....
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…
24 Temmuz 2011 Pazar
incir reçeli
Yapım:
Tür:
Yönetmen:
Oyuncular:
Senaryo:
Yapımcı:
Görüntü Yönetmeni:
Müzik:
Dağıtım:
Filmin Websitesi:
Süre:
1 saat 35 dk
aşk tesadüfleri sever
Yapım:
Tür:
Yönetmen:
Oyuncular:
Mehmet Günsür, Belçim Erdoğan, Altan Erkekli, Şebnem Sönmez, Ayda Aksel, Cansel Elçin, Cezmi Baskın, Batuhan Karacakaya, Yiğit Özşener, Hüseyin Avni Danyal, Öykü Çelik, Asena Keskinci, Müge Boz, Caner Karamukluoğlu, Reyhan Asena Keskinci, Arif Keskiner, Yılmaz Gruda, Zafer Demircan, Ayşe Arman, Berkant Keskin, Berna Konur, Hakan çimenser, Pınar Çağlayan, Ümit Bülent Dinçer
Senaryo:
Yapımcı:
Görüntü Yönetmeni:
Müzik:
Filmin Websitesi:
Süre:
1 saat 58 dk
14 Temmuz 2011 Perşembe
Bir Kadını Ağlatmak
Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe! -
İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra.
Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte.
Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır.. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli... Ve kadın ağlar; hem de çok! Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü.Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı... Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan... İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki
sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların.
E.. o zaman niye sarılsınlar ki! Niye sarılalım ki!
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır.
O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!
AZİZ NESİN
Philippa Gregory - Kızıl Kraliçe
KRALLIĞIN DENGESİNİ BİR KADIN DEĞİŞTİRECEK
İngiltere’nin Jeanne d’Arc’ı olmaya kararlı bir kadın, ülkenin kaderini baştan yazacaktı. Onun önünde krallar bile duramadı.
Lancaster kırmızı güllerinin varisi Margaret Beaufort, İngiltere tahtının gerçek sahibinin kendi ailesi olduğuna tüm benliğiyle inanıyordu. Ancak onu ve ailesini bekleyen ihtişamlı kaderin yolunu bizzat çizmesi gerekecekti. Kuzeni Kral VI. Henry aklını yitirince, Margaret hayalkırıklığına uğradı. İçindeki kutsal cevheri farkedecek kimse kalmamıştı. Üstelik Margaret, Fransa’da, İngiltere’nin yüz karası olmuş, beceriksiz bir babanın kızıydı ve annesi, onu sevmediği bir adamla evlenmesi için Galler’in bir ucuna gönderiyordu. Babası yaşında adamlarla evlenip genç yaşında dul kalan, daha on dört yaşında anne olan bu genç kadın, yalnızlığından bir zafer yaratmaya kararlıydı. Her bedeli ödemek pahasına, oğlunu İngiltere tahtına çıkarmayı kafasına koymuştu. Siyasi dengeler her geçen gün değişirken, Margaret gözünü kırpmadan hain ittifaklar ve gizli planlarla yoluna devam etti. Artık yetişkin bir adam olan sürgündeki oğlu, kendi ordusunu toplayıp en büyük ödüle ulaşacağı günü beklerken, Margaret tarihin en büyük isyanlarından birine öncülük etti. Entrika, tutku ve soğukkanlı hırslarla dolu bu romanda, Philippa Gregory, Tanrının isteğiyle tarihi değiştirmek zorunda olduğuna inanan, güçlü ve gururlu bir kadının hikayesini anlatıyor.
“Mücadele, ihanet ve siyasi çekişmelerle dolu cüretkar, renkli, unutulmaz bir roman… Gregory, tıpkı Margaret Beaufort gibi, eşsiz enerjisi ve sarsılmaz anlatımıyla benzerlerinin arasından bir kez daha sıyrılıyor.”
- Publishers Weekly
Philippa Gregory - Beyaz Kraliçe
KUZEN KUZENE KARŞI
Plantagenet’ler İngiltere tahtı için sayısız savaşa girdi. Onlar, Tudor’lardan önce İngiltere’yi yöneten ve tahtta hak iddia eden hanedandı. Philippa Gregory, romanında gizli oyunlar ve mahrem öykülerle Plantagenet’lere yeniden hayat veriyor. Ailenin gizli kahramanlarını, boyun eğmez kadınları tanımaya Beyaz Kraliçe Elizabeth Woodville’le başlıyoruz.
Beyaz Kraliçe, genç Kral Edward’la gizlice evlenen, olağanüstü güzel ve hırslı bir kadının, Elizabeth Woodville’in öyküsünü anlatıyor. Sonradan taç giyerek kraliçe ünvanını alacak Elizabeth, ömrü boyunca ailesinin başarısı için mücadele ediyor. Ancak iki oğlunu, tarihçilerin yüzyıllardır çözümleyemediği esrarlı bir olayda kurban veriyor. Londra Kulesi’nde kaybolan prenslerin akıbeti bugün bile çözülememiş bir sır. Philippa Gregory, kendine özgü, nitelikli bakış açısıyla, İngiliz tarihindeki bu çözülmemiş gizemi, kusursuz bir araştırma ve benzeri olmayan kurgu yeteneğiyle gözler önüne seriyor.
İKİ PRENS TAHT İÇİN SAVAŞTI, KAZANAN BİR KADINDI.
Lancaster’lı Elizabeth Woodville kocası savaşta öldürülünce dul kalmıştı. Elizabeth’in dizginlenemez tutkusu ve annesinin büyüleri, York’lu Beyazgül Hanedanı’ndan IV. Edward’ın aklını başından alınca kısa bir süre içinde evlendiler. Fakat Elizabeth’in kocası Edward’ın tahtında huzurla oturduğu söylenemezdi. Çünkü tacını ele geçirmek isteyenler vardı. Çatışmalar, beklenmedik ihanetler ve cinayetler Edward’ın sevgili karısı, çocuklarının fedakar annesi, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in hayatına yön verecekti.
Philippa Gregory, Beyaz Kraliçe’de, güzelliği sayesinde kraliyet ailesine giren ve bu yeni hayatın gereklerini yerine getirmeye çalışırken, ailesini korumak için elinden geleni ardına koymayan bir kadının yükselişini anlatıyor.
Philippa Gregory - Öteki Kraliçe
Özgürlüğünden Vazgeçmektense Ölmeyi Yeğlerdi.
Mary, kuzeni Elizabeth'e inanmıştı. İnancı, genç kadını büyük bir esarete sürükleyecekti...
Aynı erkeğin aşkı için savaşan iki kadın,
güç yarıştıran iki soylu prenses ve
özgürlüğünden vazgeçmektense ölmeyi yeğleyecek unutulmaz bir kraliçe...
Tarih hiç bu denli eğlenceli, canlı ve bağlayıcı olmadı .
George Shrewsbury
O bir baş belası,bir kabus,sürekli mesele çıkaran,kaprisli bir kadın ve çok büyük bir kraliçe.Bunu asla yadsıyamam.Daha önce omnun gibi bir kadınla hiç karşılaşmadım.Tıpkı daha önce onun gibi bir kraliçe görmediğim gibi.O sıradışı bir yaratık.Dengesiz,dakikası dakikasına uymayan,kibir ve tutkudan ibaret,gerçekten tanrısal olduğunu düşündüğüm tek ölümlü.Bütün kral ve kraliçeler Tanrı'ya sıradan insanlardan daha yakındır ama İskoç Kraliçesi bunun yaşayan bir kanıtı gibi.O'na Tanrı'nın eli değmiş.Tıpkı bir meleğe benziyor.
Fakat ondan hoşlanamam.Çünkü hoppa,maymun iştahlı ve dik başlı biri.Bir gün çamurlu yollarda ağır ağır ilerlemektense tarlalarda dörtnala at koşturmamız için yalvarırken-ki bunu kabul edemem-ertesi gün hareket edemeyecek kadar hasta ve halsiz olduğunu söylüyor.
....
[Kitabın 73. sayfasından bir kesit]
Philippa Gregory - Mahkum Prenses
İngiltere'yi yönetmek onun KADERİYDİ!
Aragonlu Katherine, Katalonya'da doğdu. Anne ve babasının aileleri krallar ve savaşçılarla doluydu, Aragonlu Katherine İspanyol İnfanta'ydı. O, İspanyol Prenses'ti. Üç yaşındayken, İngiltere Kralı VII. Henry'nin varisi ve oğlu, Prens Arthur'la nişanlandı. Galler Prensesi olmak üzere yetiştirilen Katherine, o uzak, nemli ve soğuk ülkeyi yönetmenin kaderi olduğunun farkındaydı.
Müstakbel kayınpederi Katherine'in ülkeye gelişine büyük tepki gösterdiğinde, genç prensesin hayata olan inancı sınanmıştı. Arthur daha ufacık bir çocuktu; yiyecekler bir tuhaf ve adetler de bir o kadar kabaydı. Katherine zamanla birinci Tudor hükümdarlığına alıştı ve Arthur'un karısı olarak sürdürdüğü hayat daha katlanılabilir bir hale geldi. Bu anlaşmalı evlilik beklenmedik bir şekilde narin ve tutkulu bir aşk yarattı.
Fakat bu çalışkan genç adam öldüğünde, Katherine kendi geleceğine yön vermek üzere yapayalnız kaldı. Ne olursa olsun kraliçe tacını giymeli ve kendi hanedanına hükmetmeliydi. Ama nasıl? Elbette Arthur'un eğlenceli ve şımarık erkek kardeşi Henry'yle evlenerek. Henry'nin hem babası hem de büyükannesi bu evliliğe tamamen karşıydı; Katherine'in gücü tartışılmaz ailesiyse yardımcı olacak gibi görünmüyordu. Ancak Katherine, annesinin kızıydı ve damarlarında aynı savaşçı kan akıyordu. Amacına ulaşmak için ne gerekirse yapmaya hazırdı; bu uğurda hayatının en büyük yalanını söyleyip bu yalana sadık kalmak zorunda olsa bile.
Müstakbel kayınpederi Katherine'in ülkeye gelişine büyük tepki gösterdiğinde, genç prensesin hayata olan inancı sınanmıştı. Arthur daha ufacık bir çocuktu; yiyecekler bir tuhaf ve adetler de bir o kadar kabaydı. Katherine zamanla birinci Tudor hükümdarlığına alıştı ve Arthur'un karısı olarak sürdürdüğü hayat daha katlanılabilir bir hale geldi. Bu anlaşmalı evlilik beklenmedik bir şekilde narin ve tutkulu bir aşk yarattı.
Fakat bu çalışkan genç adam öldüğünde, Katherine kendi geleceğine yön vermek üzere yapayalnız kaldı. Ne olursa olsun kraliçe tacını giymeli ve kendi hanedanına hükmetmeliydi. Ama nasıl? Elbette Arthur'un eğlenceli ve şımarık erkek kardeşi Henry'yle evlenerek. Henry'nin hem babası hem de büyükannesi bu evliliğe tamamen karşıydı; Katherine'in gücü tartışılmaz ailesiyse yardımcı olacak gibi görünmüyordu. Ancak Katherine, annesinin kızıydı ve damarlarında aynı savaşçı kan akıyordu. Amacına ulaşmak için ne gerekirse yapmaya hazırdı; bu uğurda hayatının en büyük yalanını söyleyip bu yalana sadık kalmak zorunda olsa bile.
"Tarihi kurgu hiç bu kadar sürükleyici olmamıştı!"
-Mail on Sunday
"Gregory,16.yy İngiltere'sinin manzarasına,kokusuna,dokusuna ve duygusal görünümüne hayat veriyor."
-Kate Mosse
Philippa Gregory - Bakirenin Aşığı
Kraliçe soruyor:Aşk mı,taht mı?
İngiltere’nin yeni kraliçesi olmuş Elizabeth’i bekleyen iki büyük tehlike vardı: Fransızlar’ın, İskoçya’yı istila edip İskoçya Kraliçesi Mary’yi tahta geçirme tehdidi ve Elizabeth’in, vatan hainliğinden hüküm giyip zindanda kalmış Robert Dudley’ye olan tutkulu aşkı. Ancak Dudley zaten evliydi ve kendini ona adamış karısı Amy, Robert’tan asla umudunu kesmeyecekti, özellikle de görevine yeni atanmış Protestan bir kraliçe için. Sevgili kocasından ayrılıp onu özgür bırakmamakta kararlıydı ancak kocasının gözdesi olmayı da başaramıyor, kocasını sarayın zevk ve sefasından uzak tutamıyordu. Bu evliliğe karşı olan başkaları da vardı ancak onlar da farklı sebepten karşı çıkıyorlardı Elizabeth’e. Kraliçenin en bilge danışmanı William Cecil, Elizabeth’in siyasi ilişkiler adına faydalı bir adayla evlenmesi gerektiğini biliyordu; amcası Dudley’den nefret ediyordu ve Elizabeth’le evlenmesi için önce ölüsünü çiğnemesi gerek diye yeminler ediyordu. Âşıklar üçgeninin arkasındaysa başka nifaklar yaşanıyordu: Protestanlar, papazlar, suikastçılar, diplomatlar ve para peşindekiler. Elizabeth iflasın eşiğindeki ülkesinin başına geçer geçmez, ülkeyi bir de asla kazanılma ümidi olmayan bir savaşa sürükleyince İngiliz parasının değeri de iyice yok oluyordu.
Ancak bu arada birisi gizli bir eylemin peşine düşecekti ve işte o andan itibaren Elizabeth, Dudley ve yeni yükselen imparatorluk için hiçbir şey planlandığı gibi olmayacaktı.
Tarihi gerçekleri çağımızda devam eden söylentilerle birleştirip karıştıran Philippa Gregory, Tudor günlerini anlatan karanlık ve gerilim dolu bir roman ortaya çıkarıyor ve büyük kraliçe I. Elizabeth’i daha önce hiç kimsenin göstermediği bir şekilde resmediyor. Tutkulu, korku dolu ve duygusal ihtiyaçları bitmeyen bu kraliçeyi hiçbir şey durduramıyor.
Philippa Gregory - Kraliçenin Soytarısı
"Kanlı" Mary ,"Bakire" Elizabeth'e Karşı!
Beş yüz yıl önce, İngiltere henüz “Ortaçağ Karanlığı” nı henüz üzerinden atamamışken, kâfirlikle suçlanan insanlar acımasızca Engizisyon Mahkemeleri ile idam edilirken ve insanlık, güneşin dünyanın etrafında döndüğüne inanırken, yaşadığı yüzyıldan iki yüzyıl sonrasına ait düşüncelere sahip olup; dünyanın güneşin etrafında döndüğünü bilen bir İspanyol Yahudisi kızın – Hannah- yolu günün birinde saraya düşer.
Herkesten farklı bir özelliği vardır genç kızın. “Geleceği görme yeteneği”.
Bu yetenek fark edildiği an İngiltere Kraliçesi Mary’ye “soytarılık” yapmak için saraya alınır.
Kadınsı duygularla dolup taşan ancak bir erkek görünümünde -oğlan kız-olan Hannah kısa süre içinde kendini Kraliçe Mary ve Prenses Elizabeth arasında ajanlık yaparken bulur.
Bu yetenek fark edildiği an İngiltere Kraliçesi Mary’ye “soytarılık” yapmak için saraya alınır.
Kadınsı duygularla dolup taşan ancak bir erkek görünümünde -oğlan kız-olan Hannah kısa süre içinde kendini Kraliçe Mary ve Prenses Elizabeth arasında ajanlık yaparken bulur.
Hayat bu şekilde akıp giderken; Hannah kimseye belli etmediği duygularla mücadele etmektedir.
Saraya girmesini sağlayan platonik aşkı Robert Dudley’e olan duyguları ve kendisi ile evlenmek isteyen Daniel arasında gelgitler yaşarken saray soytarılığına da devam eder. Yaptığı soytarılıktan çok bilgelik, yol göstermek ve biraz da ajanlıktır aslında. Bu karmaşa arasında kendi hayatını sorgulamaya başlar ve saraydan kurtulma yollarını arar.Günün birinde bir yolunu bulur saraydan ayrılır. Bundan sonra sonra ise Hannah’ın asıl hikayesi başlayacaktır.
Saraya girmesini sağlayan platonik aşkı Robert Dudley’e olan duyguları ve kendisi ile evlenmek isteyen Daniel arasında gelgitler yaşarken saray soytarılığına da devam eder. Yaptığı soytarılıktan çok bilgelik, yol göstermek ve biraz da ajanlıktır aslında. Bu karmaşa arasında kendi hayatını sorgulamaya başlar ve saraydan kurtulma yollarını arar.Günün birinde bir yolunu bulur saraydan ayrılır. Bundan sonra sonra ise Hannah’ın asıl hikayesi başlayacaktır.
Boleyn Kızı’nın devamı niteliğindeki romanda okur bu kez farklı kişiler arasındaki saray entrikalarına tanıklık ederken, yüzyıllar öncesine zamanda yolculuk yapıyor. Aşk, tutku, ihanetin iç içe geçtiği, okura kendini bir solukta okutan Kraliçe’nin Soytarısı’nı özellikle “Boleyn Kızı” tutkunları çok sevecek.
Philippa Gregory - Boleyn Kızı
İki kız kardeşin arasına bir tek şey girebilirdi...KRAL
Mary Boleyn, on dört yaşında, masum bir kız olarak kraliyet sarayına geldiğinde, VIII. Henry'nin gözlerini kamaştırır. Gördüğü ilgiyle tüm varlığı alt üst olan Mary, hem altın prensine aşık olur, hem de gayrıresmi kraliçe olarak her geçen gün artan rolüne. Ancak öyle bir an gelir ki, kralın kendisine olan ilgisi gittikçe sönmeye başladığında, ihtiraslı planlar yapmakta olan ailesinin piyonuna dönüştüğünü fark eder ve en yakın arkadaşından uzaklaşmaya ve rekabet etmeye zorlanır: Kız kardeşi, Anne Boleyn'den. İşler iyice çığırından çıktığında ailesine ve kralına baş kaldırması gerektiğinin farkına varır ve kaderinin iplerini kendi eline alır.
Son derece zengin biçimde işlenmiş, etkileyici bir aşk, seks, ihtiras ve intikam masalı. Boleyn Kızı, Avrupa'nın en heyecanlı ve gösterişli saraylarından birinin tam kalbinde yaşamış, sıradışı eğilimleri ve ihtirasları olan, içindeki sesi dinleyerek varlığını sürdürebilmiş bir kadını tanıştırıyor dünya okuruna.
Gregory'nin artistik ehliyeti sağlam yerden, bu belli, bir kurmaca yazarı olarak ortaya çıkaramayacağı hikâye yok.
-Times
-Times
Tarihi romanslara düşkün okur için nefis bir deneyim olacak.
-Publishers Weekly
-Publishers Weekly
Tudor Hanedanı’nı ortaya seren, sürükleyici bir roman. Hatta son yılların en çarpıcı tarihi romanı!
-Daily Mail
-Daily Mail
13 Temmuz 2011 Çarşamba
FT Island - Hello Hello Türkçe Altyazılı
Merhaba Merhaba
Elveda diyorsun, merhaba merhaba şimdi elveda elveda
Yani, sevdiğim tek kişisin, demek istiyorum
Seni unutamam ben, demek istiyorum
Bana tekrar dön, demek istiyorum
Hayır, gelme zamanı değil
Seni gerçekten sevdim,
Dinle beni !
...
12 Temmuz 2011 Salı
SANA BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanınsıra gidenden
Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından
Söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan
Korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır, sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya
katlanmam
sevgilim...
ARAGON
11 Temmuz 2011 Pazartesi
BEKLEYECEĞİM
Yıllar geçip zaman dolsa da
Aşkın arzuları beni boğsa da
Bir gün seversin diye bekleyeceğim
Bugün nişanlansan, yarın evlensen
Benden başka binbir kişi sevsen
Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen
Bir gün dönersin diye bekleyeceğim
Seni beklemekle geçse de ömrüm
Şu fani dünyada kalmasa günüm
Senden uzakta ölürsem bir gün
Ahirette seni bekleyeceğim...
Ahmet Hamdi Tanpınar
10 Temmuz 2011 Pazar
Ahmet Hamdi Tanpınar
Canan Tan'ın Yüreğim Seni Çok Sevdi kitabındaki Murat'ın Aslı'ya söylediği şiirleriyle tanımıştım O'nu.O kadar etkileyici bir üslubu var ki bir şiiri bitiyor diğerine geçmeden insan uzun uzun şiirin üzerimizde bıraktığı etkinin tadını çıkarıyor :)Çok sevdiğim şairi sizlere tanıtmak isterim ki çoğunluğunuz belki de benden daha iyi biliyordur :)Bir Adın Kalmalı(kitaptaki şiir)
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
23 Haziran 1901 tarihinde İstanbul'da doğdu. İstanbul'da Ravaz-i Maarif İbtidaisi'nde, Sinop ve Siirt rüşdiyelerinde, Vefa, Kerkük ve Antalya sultanilerinde öğrenim gördü. Baytar mektebini bırakarak girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden 1923 yılında mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara liseleriyle, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı, aynı akademide estetik ve sanat tarihi dersleri verdi (1932 - 1939). 1939 yılında İstanbul Üniversitesi'ne Yeni Türk Edebiyatı Profesörü olarak atandı. Maraş Milletvekili olarak 1942-1946 yıllarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptıktan ve Güzel Sanatlar Akademisinde eski görevinde çalıştıktan sonra 1949 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne yeniden döndü .
Hayatı boyunca sağlığından şikâyetçi olan Tanpınar, 23 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp krizi ile Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Ertesi sabah, ikinci bir krizle hayata veda etti. Namazı Süleymaniye Camii'nde kılınan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın cenazesi Rumeli Hisarı Kabristanı'nda, hocası ve dostu Yahya Kemal'in yanı başına defnedildi. Mezartaşı üzerinde çok bilinen şiirinin iki mısraı hakkedilmiştir:
"Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında".
ESERLERİ
ŞİİR:
Bütün Şiirleri (1976-1981)ROMAN:
Mahur Beste (tefrika 1944 - basım 1975)
Huzur (1949-1983)
Sahnenin Dışındakiler (tefrika 1950- basım 1973)
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961-1977)
Aydaki Kadın (ölümünden sonra 1987)ÖYKÜ:
Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943-1983)
Yaz Yağmuru (1955-1983)
Hikayeler (Kitaplaşmayan iki hikayesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983)DENEME:
Beş Şehir (1946-2001)
Edebiyat Üzerine Makaleler (1969-1977)
Yaşadığım Gibi (1970-1977)ANTOLOJİLER:
Tevfik Fikret (1937-1944)
Namık Kemal (1942)
Yahya Kemal (1940-1982)
19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Ancak birinci cildini tamamlayabildi,1942-1985)
Bütün Şiirleri (1976-1981)
Mahur Beste (tefrika 1944 - basım 1975)
Huzur (1949-1983)
Sahnenin Dışındakiler (tefrika 1950- basım 1973)
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961-1977)
Aydaki Kadın (ölümünden sonra 1987)
Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943-1983)
Yaz Yağmuru (1955-1983)
Hikayeler (Kitaplaşmayan iki hikayesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983)
Beş Şehir (1946-2001)
Edebiyat Üzerine Makaleler (1969-1977)
Yaşadığım Gibi (1970-1977)
Tevfik Fikret (1937-1944)
Namık Kemal (1942)
Yahya Kemal (1940-1982)
19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Ancak birinci cildini tamamlayabildi,1942-1985)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Pages
Pages
Blogumuzun Hikayesi
Umarım bir gün bunu sizlerle paylaşırım :)